İnovatif Marka Olmak
“Yüzüncü Maymun” bize günümüz markalarının yaşamsal bir gerçeğini anlatır. Olmazsa olmazı, yani inovatif olmanın gereğini İlham verici bir kitap olan “The Hundredth Monkey”, yani ‘Yüzüncü Maymun’da Ken Keyes Jr., Macaca Fuscata denilen bir maymun türü üzerinde yapılmış 30 yıllık bilimsel bir araştırma projesi söz konusu edilir. Projenin sonuçları hayli çarpıcı olup, kendisi bir başyazı olma değerini taşır. Projeden bahsedelim, sonrasında yorumlara geleceğiz.
İlk olarak Pasifik Okyanusu’nda irili ufaklı adalar düşünün. Biliyorsunuz orada birçok ada var. Tüm bu adalarda Macaca Fuscata türü Japon maymunları yaşamakta. Araştırmada maymunların doğal ortamları içindeki davranışları otuz yılı aşkın bir süre bir grup bilim insanları tarafından gözlenir. Bu süre içinde bilim adamları onları kumların üzerine bıraktıkları tatlı patateslerle beslerler. Maymunlar, tatlı patatesin tadından hoşlanırlar ama yiyeceklerinin kumlu olması hiç de hoşlarına gitmez. Maymunlar kumlu da olsa patatesleri yemeye devam ederler. Patates ne de olsa tatlıdır.
Bir gün büyük bir olay olur ve on sekiz aylık İmo isimli dişi maymun, patatesleri en yakın su birikintisinde yıkayarak yemeye başlar. İmo daha sonra bunu tüm ailesine öğretir. Ardından İmo’nun arkadaşları da patateslerini yıkayarak yemeyi öğrenir. Bu yeni davranış biçimi yavaş yavaş maymunlar arasında yayılır. 1952 ve 1958 yılları arasında genç maymunlar, beslenmelerini daha zevkli hale getirmek için, kumlu tatlı patateslerini yıkamayı öğrenirler.
Bir yeniliğin anlaşılmasında önemli olan “kritik kütleye” ulaşmaktır!
Bu davranışı çocuklarını taklit ederek onlardan yeni bir şey öğrenen yetişkin maymunlar da kazanır. Yeniliklere açık olmayan, çocuklar ve gençlerden de öğrenilebileceğini düşünmeyen, kendi bildiklerini tekrar eden yetişkin maymunlar ise kumlu patates yemeye devam eder. 1958′in sonbaharında çok şaşırtıcı bir şey olur. Sürecin devamında Koshima maymunlarından 99 tanesi artık patateslerini suda yıkayarak yemeyi öğrenmiş olur. Bir sabah, gün doğarken yüzüncü maymun da patateslerini yıkayanlar arasına katılır. O an her şey değişir.
1958 yılının sonbaharında Koshima adasında patatesleri yıkayarak yiyen maymunların sayısı “Kritik Kütle” diye adlandırılan sayıya ulaşır, artık hemen hemen tüm maymunlar patatesleri yıkarlar. Asıl mucize ise daha sonra başlar. Bilim insanlarını şaşırtan asıl sürpriz, bu adayla doğrudan bir ilişkileri olmadığı halde, diğer adalardaki maymun kolonilerinin de aynı anda patateslerini yıkamaya başlamalarıdır. Maymunların hiçbiri hayatta değil ama neslin devamı hâlâ patatesleri yıkayarak yemeye devam ediyorlar.
Bu araştırmanın devamında Avustralyalı ve İngiliz bilim adamları insanlar üzerinde de benzer araştırmalar gerçekleştirirler ve insanın “bilinmeyen” tarafına dair çok oldukça ilginç sonuçlar elde ederler. Yenilik, değişim, inovasyon bir çeşit kütle enerjidir aslında. Bu değişim tek bir kişinin başlattığı bir olgu bile olsa, zaman içinde diğer kişilere de sirayet eder. Bu bir nevi kuantum sıçramasıdır. Eğer değişim “kritik kütle” sayısına ulaşırsa, bu tüm insanlığı etkileyen bir kuantum sıçrayışı etkisi yaratabilir. Üstelik bu sıçramadan sonra hiçbir şeyin aynı kalmadığı da bir gerçektir.
“Yüzüncü Maymun Fenomeni” olarak adlandırılan bu olay bize ne gösteriyor: Yeni bir düşünce, yeni bir yol, toplumda sadece belirli sayıda insan tarafından biliniyorsa, bu yenilik sadece o kişilere ait bir şey oluyor. Ama “bilenlerin” sayısı belli bir sayıya ulaştığı an, sadece bir kişinin daha “yeni yol”a katılması, toplum bilincinin aşama geçirmesine yol açıyor. Aslında toplumsallaşmış oluyor. Aşinalaşıyor. Anlam kazanıyor. Bir deneyim haline geliyor. Yeni düşünce, birdenbire herkes tarafından düşünülmeye başlanıyor. Niceliğin niteliğe dönüşme noktasından bahsediyoruz. En önemlisi de eski olanın itildiği, dışlandığı bir durumdan bahsediyoruz.
O zaman bir marka yaşamak istiyorsa kendi Yüzüncü Maymununu bulmalıdır. İnovatif olmak mecburiyetindedir. Mevcut duruma da bakarsak, dünyada en önemli ve etkili yeri teşkil eden markaların hemen hepsinin marka kişiliğinin “inovasyon” etrafında şekillendiğini görürüz. Interbrands’in her yıl hazırladığı Dünyanın En İyi 100 Küresel Markası raporunda üst sıralardaki markalara baktığımızda, bunu açıkça görebilmemiz mümkün.
Başarılı bir marka inovasyonun kendisidir!
Fakat çok güçlü bir şekilde iddia edebiliriz: O günler artık geride kaldı. Bugün imaj değil, post imaj döneminden bahsediyoruz. Fast Company’nin belirlediği “dünyanın en inovatif şirketleri ve onların markaları farklı şekilde inşa ediliyor. Bu markalar salt imajı temel almadan, şaşırtıcı ürünler, mükemmel marka fikirleri, mükemmel müşteri deneyimlerini bir araya getiriyorlar. Bu tip markaların ürün ve hizmetlerde sürekli bir inovasyon akışı, tüm marka düşüncelerinin başlangıç noktası olarak kabul ediliyor. Burada artık kazanç sağlayan iş modelleri, teknolojik alanda başarılı çıkışlar, yenilikçi yaklaşımlar var. Bu markalar, bilimin ve teknolojinin toplumsal ve ekonomik faydalar sağlayacak biçimde yenilenmesini sağlıyorlar. Bazen sadece ekonomik büyüklük de kriter olmuyor. Toplumsal girdi ve çıktılara dikkat ediyorlar. Aslında gerçek anlamda inovasyonun tanımını yapıyorlar.
Prof. Dr. Rajesh Chandy inovasyon hakkında; “İnovasyon, yeni bir fikrin başarılı bir ticari uygulamasıdır” diyor. İşte bu doğrultuda doğru yaratıcılık, gerçek inovasyon, daha fazla satışı daha etkili biçimde sağlayandır. İşte inovasyon, söylediğinizi her türlü yavanlıktan kurtaracak; onu daha geçerli, daha inandırıcı, daha ikna edici kılacak olan güçtür. O zaman yönetim danışmanı Jonas Ridderstrale ile bitirelim:
“Erkekler kadar kadınlar da, kurum içindeki kimliklerin farklılığı çoğalırsa, yenilikçi çözümler de öne çıkar. Sıradan firmalar bir süre sonra yok olacaktır.”
Prof. Dr. Uğur Batı - Eğitmen/Yazar